Pages

16 Ekim 2011 Pazar

Oyun İçinde Oyun

Akşam yerini çoktan geceye devretmiş, suretler gölgelere gizlenmişti. Boş boş gülesim var. Artık anlamlı anlamsız. Hıh.... bir soluk, hava buharı gecenin karanlık, soğuk, puslu sokaklarına armağanım olsun. Gülüşlerim, sızlıyor ama kime ne, sadece benim içimde. Bakabilir misin gözlerime? uzun uzun bütün bir gece. Biliyorum delice. Daha başlamadık. Henüz erken. Belki de çok geç. Kime göre? Hayat kime göre. Birisi çıkıp sen sesli, büyük kahkahalar saçıyor. Birisi köşede başka toprak başka ilde, ellerden el, açlıktan, savaştan, vs vs vs ama insanlığı olmayan insanların elinde ölüyor. Ölüm bir kurtuluş. Onun için. Bu hayatların, yaşamın zorluğu yanında. Azrail'e bile tebessüm edebilir.
Ben, hayatta, hayatı bir yazın metni olarak alırsak; devrik cümleler, kafiyeli kafiyesiz beyitler, başı olmayan ve sonlanmayan dizinler gibiyim. Anlamadığınızı söylüyorsunuz. Herkese göre farklı şeyler ifade ediyor. Belkide anlamak istemediğinizden, yahut çabalamamaktan ötürü... Anlamak gerçeği kabul etmek ve bunun getirilerine boyun eğmekse, hiç bir insan kolay yoldan gerçeği seçmez, belki.


Ben kimim? Aslında sorunun cevapsız olduğunu anlamak için çok uzun bir çaba, hayat harcıyoruz.


Bu hayat kime göre? Kim kimin hayatında, kimi temsil ediyor? Hepimiz çaktırmadan, birilerinin hayatında 'kim' rolünü oynuyoruz. Birisinin kimi; çocuk, ötekinin ki; anne, bir diğerinin ki arkadaşken; O'nun ki 'aşk'. Bu rolleri oynarken gerçeği oynayan, gerçek dışı kişiler miyiz? yoksa gerçek kişilerin oynadığı hayali bir metinden mi ibaret? Bunu bilmiyoruz  ama o zaman yazılanı yaşamanın zorluğu artıyor. Bilinçsizce, bir bilincin ta kendisiyiz. En baştan kaybedilen bir oyundayız. Peki kazanamayacağın bir oyunu sürdürmenin manası ne? Kaybetmek bize sürpriz olacaksa, bu bir beklentiden ötürüdür.Beklentileri yıkarsan kaybetmek belkide kazanmaktan daha üstün olabilir. Oyun hatalı ise kurallara göre göre oynamak seni kazandırmaz. Aksine tuzağa çeker. Bu durumda kuralları sen koyarsın. Yani oyun içinde oyun. Sanıyorum ki bildiğimiz anlamda bir kazanım sonumuz olacaktır. Şimdi sıra kaybetmekte. Kazanmak için kaybetmek gerekiyor. Olması gerektiği gibi.

15 Ekim 2011 Cumartesi

düştüm dal oldum

ben de vardım
baktım yokmuşum
güçlüydüm dağ devirirdim
düştüm dal oldum
kopmaz kaya gibiydim 
 esen rüzgara yelken oldum
sonsuz dağların hakimiydim
solan çiçeklere hayran oldum


gönlüm deli

ömrüm seni
            gülümdikeni          
sözüm erini
yüzüm güleni
dünüm güneşi
ölüm ölmemi
benliğim seni
sonsuza dek tek yürek

6 Ekim 2011 Perşembe

belki de bu nedenle bu kadar asi, dik başlıyım

        Duvarda bir ceket, kapı önünde bir çift ayakkabı. Bunları hatırlıyorum geçen onca yıldan kalan silik hatıralarda. Yada ellere, gömleğe sinmiş dışarının kokusu; sigara, kıraathane veya insan vücudunun sabitleşen o alışılmış tanıdık silik ekşi kokusu. Her gün var olan, ama gittikçe büyüyen bir boşlukmuş aslında bunların bütünü.
        Tam hatırlayamıyorum, en son kaç yaşımda görmüştüm gözlerinden ta içini ? Çok büyük boşluklar var benim sandığımda. Bazen çatık kaşların altında renkli bir çift göz belirir gibi oluyor, ama sonra beceremiyorum, gözlerimin önünden yağmur damlaları gibi silinip gidiyor. Sanki yokmuş gibi ama hissettiğim o şey, duygu mu duygusuzluk mu işte o hep var. Hani hatırlamaya çalışıp da asla hatırlayamadığınız bir tat, koku, isim, ten veya iki mısralık bir şarkı gibi. Kafayı yediriyor. Bir süre sonra alışıyorsun. Artık 'O' da "suretin; suretinin, sureti" oluyor. 
         Hani filmlerde, dizilerde olur ya; insanlar bir eşyaya bir nesneye çok fazla anlam yüklerler. Yıllar geçer o eşya, nesne yok olur gider ama taşıdığı anlam asla gitmez. Ben de bir kaç tane böyle nesne hatırlıyorum. Birisi bir bere mesela, bir diğeri bir mantar bıçağı veya hala gördüğüm el emeği bir iskemle. Bunlar bazen saçma gelse de ansızın saklandıkları yerden çıka geliyorlar işte. Hepsi bu. Oluyor öylesine, gelişi güzel. Oluşuna, zorlama veya horlama olmadan.
          Kulağımda bir ses var. Bazen fazlaca hiddetli kendini öylesine güçlü hisseden cılız beden sahibi bir ses. Kendince haklı, ama sadece ses var. Bazen hani bağımlı olursunuz ya işte öyle bir ses. Nefes alış verişlerini kontrol edip sağlamasını yaptıktan sonra, sadece bir ses olmasına rağmen şükrettiğim, bir ses. 
          Her zaman duvarda asılı bir ceket, kapının önünde bir çift ayakkabı, odaya yayılan dışarının kokusu, sigaranın o tarifsiz iticiliği, belki lakayt belki aşırı rahatsız edici anlamaz bir konuşma, çızırtı gibi. Yine o ses; hayatımın anlamlı boşluğu. Bunlar adeta birer obje haytımda. 
           Oysa ben ardımdaki dağlar olduklarını tarif etmek istedim ama maalesef değiller. İşte belki de bu nedenle asi, dik başlı vs vs vs birisi oldum çıktım. 
          En başta herkes birer killi toprak. Sonrasında seni sen yapan şekillendiğin eller. Ve bu eller gün gelip seni yargılayan eller halini alacaklar.

(
http://www.youtube.com/watch?v=NG2PWwfbCw4)

Yk