Biz; doğduğumuz gün, ilk nefesi aldığımızda intihar etmişiz.Bir anne,bir ebenin telaşı, birilerinin heyecanlı bekleyişleri, narkozu, neşteri, hemşiresi, steril ortamı, kazanılan paralar (bizim sırtımızdan), ödenilen bedeller (bencilce sırf kendi isteklerine) ve ardından olanca sevinç ifade eden sesler ve davranışlar eşliğinde ilk intihar girişiminde bulunmuşuz.
Sonra ebenin (hayatın) attığı ilk tokat, popoya iniverdi ve sık sık veya asla olmayacak , bilinmez bir şey; herkes gülerken biz ağladık.Yaşlar tomurcuk tomurcuk, kandan al al olmuş, kıpkırmızı yanaklarımızdan süzüldü. Ebenin (hayatın) dünyayı bize ilk kez tepetaklak edişi, işte bu andı. Ayaklarımıza vurulan ilk prangalar; ebenin yaşlanmış, çillenmiş, incelen derili, bembeyaz tombul elleriydi.
Sonra bekleyişler içinde, ardı ardına tütün tüketen, nefes boğan kişi; hiç düşünmedin mi acaba oğlumun tertemiz, daha oksijenin bile yaktığı ciğerlerini dolduracak, yaşatacak (buna yaşamak denirse) havayı kirlettiğini. Eminim düşüncesizliğin bundan da eskiye bu olanlardan da başka olmuşlara eriyordur. Mesela; geleceğimi düşünmemiş ve en son olarak "yaşlanınca bize bakar" diye iç geçirdiğini duyabiliyor, bir 'yatırım', finansal bir kaynak olduğumu göz önünde bulundurmadan edemiyorum.
Bunlara rağmen bir an, hani o ilk gülümsemem var ya? Çok merak ediyorum, birilerinin içinde şenliğe, sıcak yaz günlerinden, çiçekli bahar mevsiminden, dünyada ki en güzel şeylerden daha derinde bir hissiyat verdi mi?
Bilmiyorum. Gerçekten kim kim, kim ne hissediyor veya kim sahici, bilemiyorum. Öyle saf gibi etrafa bakarken, gülümserken; ölümüme güldüğümü ne bilebilirdim. Bilmeliydim, bilemedim.
16 Eylül 2011 Cuma
11 Eylül 2011 Pazar
Yağmurlar Başladı
Nasıl mıyım? dün gibi; hep dünlerdeyim; yarınlara, bu günlere alışamadım. Sadece katlanıyorum.
Tahayyül bile edemezsin. Ben umursamaz değilim, aksine çok umurumda, olan biten, sen, dünya, o sokağı dönemeden devrilen çocuk, çocuğu eve bir daha yürüyerek giremeyecek olan ana-baba, kahrolan her gün, içki masalarında tükenen hayatlar, gözlerde tükenen umutlar, en çok anlaşamayan derdini anlatamayan anlanmak istenmemiş, sualsiz ve suçsuz katledilen bedenler, tek derdi özgürlük olan ama adını karalayıp kendilerinin karşısına karalanarak konulan, hedef yapılan, araç edilen taze bedenler bir de Küçük Yağmur:
Annesi onu yağmurlu bir hazan sabahında dünyaya getirmiş, kadın nereden bilsin ki; bir kere dahi göremesin, kucağına alıp sevemesin, ak sütünü helalinden emziremesin, ilk ağlamasını duyamasın...
Yağmur öyle ağlamış ki; sanki babasının daha annesinin hamileliğini öğrenip söylemesinin ikinci haftasında, annesinin Yağmur'a hamileliğinin dokuz-onuncu haftasında yani hiç bir iz bırakmadan resmen piç gibi ortada bırakıp gittiğini biliyormuş gibi...
Babası hiçte sağlam papuç değildi zaten. Tam bir piçti kendiside, fırlamanın teki, adi herif hapisten çıkmazdı, hepsi de adi suçlar. Ama nasıl bir şeyse bu kader denen şey Selma bu adi herife dut gibi aşıktı ve bu adam Selma'nın sırtında bir kamburdan farksızdı. Sigara parası, kumar parası, içki parası... ver babam ver. Tek iyi yanı Selma'ya öyle sözler ederdi ki bu piç kurusu kız kendini onun yanında Prensesler gibi hissederdi ve koruma kollamasına sahiplenmesine bayılırdı. Nede olsa hiç bir zaman bir yere ait olamamıştı Selma. Millet gibi davranmazdı ona ama kan emici bir sülük olduğu gerçeğini değiştirmez bu elbette. Gittiği iyi olmuştu yani. Tahminimce kalsa, Selmadan sonra Yağmur'unda sırtından geçinirdi. Tabi annesinin sıcak kucağında güvenli kollarında olması gereken ama talihsizliğin daha doğmadan peşine düştüğü ve onu şu koca dünyada bir başına koyan kaderde; Yağmur'a kim bilir belki bu zibididen daha iyi davranacak kimse de yoktu ya bunlar işin yaşanmamış keşkesel yanları.
Sonuçta Yağmur annesiz-babasız küçücük elleri ve ayaklarıyla daha güç iddia edebilecek yaşta değildi. Sadece ışıl ışıl gözlerle bakan çok tatlı annesi gibi dünyalar güzeli olacağı belli bir Havva kızı idi.....
Sonuçta Yağmur annesiz-babasız küçücük elleri ve ayaklarıyla daha güç iddia edebilecek yaşta değildi. Sadece ışıl ışıl gözlerle bakan çok tatlı annesi gibi dünyalar güzeli olacağı belli bir Havva kızı idi.....
Nasıl mıyım?
Nasıl mıyım? Gölün derinlerinde ki 'canavar' diye addedilen o yaradılan gibiyim. Varla yokun evladıyım. Suskunum biraz, fazlaca...
Bana bakıp korkuyorlar, ama belki bende onlardan ürküyorumdur?
Hiç hislerimi düşünmeyen, aldırılmadığım bir dünyadayım. Tamam zoru severim. Gel gör ki bu zorluk değil, çirkeflik. Bende hatalıyım, ifade edemiyorum. Ama nasıl ifade edilir ki? bilmiyorum. Veya hiç bir söylem karşılamıyor bu açığı, sözler fakir fukara. Ama anlamakta istemiyorlar ki; başlarından savuşturulası bir hiç. Gerçi bende anlatmak istemiyorum. Kendimi açıklamak, tek tek şu şöyle demek, çok yorucu ve kırıcı.
Nasılım ha? ;
Mutlu veya mutsuz değilim. bir boşluk gibiyim. Varla-yok...
Solgunum biraz, göz önünde ki değil, güneş görmeyen odada.
Sen gibiyim biraz. Sen de arada benzer tatları barındıran bir şeyin kokusu gibi hissedesin ya, heh işte öyle. Ama bunu anlatamazsın vardır. Ama nasıl varlığını gösteresin, bildiresin? hissedersin işte 'aşk' gibi...
Allah (tanrı) gibi....
Ben de varım ama sadece bildiğin hissettiğin gibi... fazlası değil
İşte inançlar gibi. düşler gibiyim bu sıra önce kurulmuşum; şimdi bir bir yıkılıyorum, kırılıyorum...kendi ellerimle, olmayan gücümle;
Güçlüyüm işte güçsüz olduğumu kabullenemeyecek kadar...
Güvensiz, umutsuz, susuz
Bazı garlar gibiyim; yolcuları geldiğinde kalabalık; sonrası yırtık biletleri, ıslık çalan lokomotifleriyle, başlı başına bütün ama anlamsız zamanlardayım. İçsel bir yolda yolu bilmeden ilerliyorum işte, mucize bekliyorum, olmayacağını bile bile...
Ben diyemeyeli çok uzun zaman oldu; o kadar ki benliğimi unutmuşum. Uzun bir kış yaşıyorum sanırım; umarım baharı beklediğim gibi olur; bu güne kadar beklentilerimin olmayışının aksine. Aksi birisiyim hala, hala çok sinirliyim. Birikmişlik yan etki yapıyor. Dolup taşamazsan patlarsın ya; ara ara patlıyorum, yine zararı kendime.
6 Eylül 2011 Salı
Uçurtma Avcısı
Okumaya ve bu yazıyı yazmaya çok geç kalmışım bu bir gerçek Okumayanlar varsa ertelememenizi tavsiye ederim. Kitap hakkında her yerde, arama motoruna yazdığınızda fazlaca edebi veya yorumsal içerikle karşılaşabilirsiniz. Bunların hiç birisini okumadım, ki; görüşlerim aktaracaklarım kes-yapıştır dan farklı olsun. İsterseniz okuyun inceleyin ama ben bunu tavsiye etmem. Bu yazıda da her hangi bir yetkili veya edebi açıdan bilgili birisi olarak bulunmuyorum.
-İlk olarak şunu söyleyeyim, samimi konuşursak, gidin kitabı alın okuyun, bu yazının devamını da okumayın. Aklınızda bir şey belirmesin ki; okuduğunuzdan gereği gibi haz duyasınız.
Eser ve karakterler, sizi tamamen kitabın içine çekerek kitabı okumanızı engelliyor. Kitap artık okunmaktan çıkıyor ve yaşanmaya başlıyor. Ansızın kitabın içinde bir karakterin kıyısında yada her şeyi gören ama müdahil olamayan bir gözlemci oluyorsunuz. An ve an, rüya gibi adeta. Betimlemeler o kadar iyi oturtulmuş ki 'cuk' kelimesi bu kadar anlamlı olur. Sanki Emir'e iki tane vursam içim rahatlayacak, bağırsam beni duyacak gibi; sövdüğüm anlar olmadı değil.
Karakter tahlili yapmak istemiyorum. Tamamen insanların her birinde, hatta sende, her birimiz de olan cinsten ama açığa vurulamayan yüzleşemediğimiz kişisel özelliklerimiz çok güzel bir şekilde kitaba nakşedilmiş adeta. Ne tamamen bir süper kahraman, ne de filmlerde gördüğümüz imrenilesi~iğrenilesi bir kişilik kalıbı biçilmiş. Bu kesin kes yaşanılmış bir kitap olmalı. Bu bir kitap değil, satırlara hapsedilmiş bir yaşam.
-Okurken soluğum kesilip, nefes almaksızın sayfaları nasıl çevirdiğimi bile anlamamışımdır...
Kitap bir yaşamı, toplumsal olayları, savaşı, sömürüyü; savaş sömürüsü, kişisel sömürü, etnik çatışmayı, cinsel istismarı (pedofili), göçü anlatıyor ve bu burnumuzun dibinde olan biteni naklen yaşattırıyor.
Daha fazla ayrıntıya girmeden kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Okurken beğenimi çeken bir kaç paragrafı not etmiştim.Belki daha net bir fikir edinmenize yardımcı olur.
"Kefareti ödenmemiş günahlarla dolu geçmişimdi."
"Yeniden iyi biri olmak mümkün."
"Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın."
"Küfretmeye bile değmezsin."
"Ama kendimi şu bakımsız havuz kadar boş hissediyorum.Bacaklarımı sarkıttığım havuz kadar."
"Geri çekilmiş; artık tek görebildiğim pencere camının gerisinde ki, erimiş gümüşe benzeyen sağanaktı."
Baba Emir'e söylüyor:
"Belki 'kendi' nin nasıl yazıldığını bilince, öğretmen bana bir yıldız verir, ben de koşa koşa eve gelip sana gösteririm, ha?"
Kitapta sıkça duyacağınız ve bir sözcük öbeğinden, karakterlerin bir araya gelip oluşturduğu anlamlı anlamsız nice bütünden, cümlelerden, paragraflardan çok çok fazla olan ve fazlasını ifade eden bir cümle, altı kelime, on üç hece ve yirmi dokuz harf:
-Tavşan dudaklı 'Uçurtma Avcısı' ndan:
"Senin için bin tane olsa yakalarım."
Bu cümle aslında kitabın özü. Bunu dikkatle kalbiyle okuyan birisi kitabı da okumuş gibi olur.
Emir aşık olur:
"Bit pazarında bulduğum prensesim. Yelda'mın sonunda doğan güneş." (Süreyya)
"Kanserin pek çok adı var. Tıpkı şeytan gibi."
"Evet, artık biliyorum- bildiğini biliyorum. Asef'i, uçurtmayı, zarfta ki parayı, akreple yelkovanı fosforlu kol saatini biliyor. Baştan beri biliyordu."
"Zendagi Migzara ~ Hayat devam ediyor"
"Yalnızca yaptıkların ve yapmadıkların var."
"Gerçek yanıt, hayırdı. Yalansa, evet. İkisinin ortasında karar kıldım: 'Bilmiyorum.' "
"Ama zaman çok aç gözlü bir şey-bazen, bütün ayrıntıları çalıp kendine saklıyor."
"İşte, gerçek Afganistan bu, Ağa Efendi. Benim bildiğim Afganistan. Sen mi? Sen burada her zaman bir turisttin, yalnızca haberin yoktu."
"Bir başka dünyada olsaydı, bu çocuklar kamyonun arkasından kaşamayacak kadar aç olmazlardı."
"Baba o gece beni öyle kızdırmış, öyle korkutmuş, öyle gururlandırmıştı ki."
"Aşkın en pürüzsüz göründüğü an, dertler bastırıverdi."
"Burası hiç de korunaklı değil. Yiyecek yok, giysi yok, içecek su yok. Buradaki en bol şey, Çocukluğunu yitirmiş çocuklar...İşin en acıklı yanı bunlar şanslı olanlar."
"Şimdi mutlu oldun mu? Kendini daha mı iyi hissediyorsun"
"Çocuk çok ama çocukluk yok."
*Okurken, bir bardak çay-kahve doldurun fokur fokur kaynak ve daha sonra buz gibi 'ıce tea' için.
He söylemeden geçmeyeyim. Kitaba 'ağlatan kitap' da diyebiliriz. Yaşlarınıza hakim olamazsanız salın gitsin.Keyifli okumalar-yaşamalar dilerim.
'Dostet Darum'
zaman :)(:
-İlk olarak şunu söyleyeyim, samimi konuşursak, gidin kitabı alın okuyun, bu yazının devamını da okumayın. Aklınızda bir şey belirmesin ki; okuduğunuzdan gereği gibi haz duyasınız.
Eser ve karakterler, sizi tamamen kitabın içine çekerek kitabı okumanızı engelliyor. Kitap artık okunmaktan çıkıyor ve yaşanmaya başlıyor. Ansızın kitabın içinde bir karakterin kıyısında yada her şeyi gören ama müdahil olamayan bir gözlemci oluyorsunuz. An ve an, rüya gibi adeta. Betimlemeler o kadar iyi oturtulmuş ki 'cuk' kelimesi bu kadar anlamlı olur. Sanki Emir'e iki tane vursam içim rahatlayacak, bağırsam beni duyacak gibi; sövdüğüm anlar olmadı değil.
Karakter tahlili yapmak istemiyorum. Tamamen insanların her birinde, hatta sende, her birimiz de olan cinsten ama açığa vurulamayan yüzleşemediğimiz kişisel özelliklerimiz çok güzel bir şekilde kitaba nakşedilmiş adeta. Ne tamamen bir süper kahraman, ne de filmlerde gördüğümüz imrenilesi~iğrenilesi bir kişilik kalıbı biçilmiş. Bu kesin kes yaşanılmış bir kitap olmalı. Bu bir kitap değil, satırlara hapsedilmiş bir yaşam.
-Okurken soluğum kesilip, nefes almaksızın sayfaları nasıl çevirdiğimi bile anlamamışımdır...
Kitap bir yaşamı, toplumsal olayları, savaşı, sömürüyü; savaş sömürüsü, kişisel sömürü, etnik çatışmayı, cinsel istismarı (pedofili), göçü anlatıyor ve bu burnumuzun dibinde olan biteni naklen yaşattırıyor.
Daha fazla ayrıntıya girmeden kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Okurken beğenimi çeken bir kaç paragrafı not etmiştim.Belki daha net bir fikir edinmenize yardımcı olur.
"Kefareti ödenmemiş günahlarla dolu geçmişimdi."
"Yeniden iyi biri olmak mümkün."
"Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın."
"Küfretmeye bile değmezsin."
"Ama kendimi şu bakımsız havuz kadar boş hissediyorum.Bacaklarımı sarkıttığım havuz kadar."
"Geri çekilmiş; artık tek görebildiğim pencere camının gerisinde ki, erimiş gümüşe benzeyen sağanaktı."
Baba Emir'e söylüyor:
"Belki 'kendi' nin nasıl yazıldığını bilince, öğretmen bana bir yıldız verir, ben de koşa koşa eve gelip sana gösteririm, ha?"
Kitapta sıkça duyacağınız ve bir sözcük öbeğinden, karakterlerin bir araya gelip oluşturduğu anlamlı anlamsız nice bütünden, cümlelerden, paragraflardan çok çok fazla olan ve fazlasını ifade eden bir cümle, altı kelime, on üç hece ve yirmi dokuz harf:
-Tavşan dudaklı 'Uçurtma Avcısı' ndan:
"Senin için bin tane olsa yakalarım."
Bu cümle aslında kitabın özü. Bunu dikkatle kalbiyle okuyan birisi kitabı da okumuş gibi olur.
Emir aşık olur:
"Bit pazarında bulduğum prensesim. Yelda'mın sonunda doğan güneş." (Süreyya)
"Kanserin pek çok adı var. Tıpkı şeytan gibi."
"Evet, artık biliyorum- bildiğini biliyorum. Asef'i, uçurtmayı, zarfta ki parayı, akreple yelkovanı fosforlu kol saatini biliyor. Baştan beri biliyordu."
"Zendagi Migzara ~ Hayat devam ediyor"
"Yalnızca yaptıkların ve yapmadıkların var."
"Gerçek yanıt, hayırdı. Yalansa, evet. İkisinin ortasında karar kıldım: 'Bilmiyorum.' "
"Ama zaman çok aç gözlü bir şey-bazen, bütün ayrıntıları çalıp kendine saklıyor."
"İşte, gerçek Afganistan bu, Ağa Efendi. Benim bildiğim Afganistan. Sen mi? Sen burada her zaman bir turisttin, yalnızca haberin yoktu."
"Bir başka dünyada olsaydı, bu çocuklar kamyonun arkasından kaşamayacak kadar aç olmazlardı."
"Baba o gece beni öyle kızdırmış, öyle korkutmuş, öyle gururlandırmıştı ki."
"Aşkın en pürüzsüz göründüğü an, dertler bastırıverdi."
"Burası hiç de korunaklı değil. Yiyecek yok, giysi yok, içecek su yok. Buradaki en bol şey, Çocukluğunu yitirmiş çocuklar...İşin en acıklı yanı bunlar şanslı olanlar."
"Şimdi mutlu oldun mu? Kendini daha mı iyi hissediyorsun"
"Çocuk çok ama çocukluk yok."
*Okurken, bir bardak çay-kahve doldurun fokur fokur kaynak ve daha sonra buz gibi 'ıce tea' için.
He söylemeden geçmeyeyim. Kitaba 'ağlatan kitap' da diyebiliriz. Yaşlarınıza hakim olamazsanız salın gitsin.Keyifli okumalar-yaşamalar dilerim.
'Dostet Darum'
zaman :)(:
Zındık Sanman Beni
Derviş ilen gezerim, şarap neyin içerim, sanman beni zındık, alimi de bellerim...
bir testi değil mey dediğin, dem deme geçer ömür, bu yüklü yürekten...
kanmazdı dil konuşmaya, akşamdan sabaha, lal ettik....
bilmezdi gönül, pır pır uçmak nedir, kolunu kanadını kırdık da verdik....
bir lokma azığınan, üç gün gittik ...
gel de gör bizi, bizden öte de duran seni...
coşkun enginlerdeydin, kaf dağlarının prensi...
şimdi bu virane de; dizimin dibinde, virane olmuş ömrüne içerleme...
soluksuz kaldım, deme. nefes almayı öğrenmeden tükettin ya hep, gel de nüfus etsin ciğerlerine...
muştalarla ezdik biz nefsimizi, burnun büyükse eşikten girme...
deliyiz evet, deli misin? diye terane etme...
akıl ermez, aklın yetmez ...
sen kaybolmuşsun, kervan beklemez....
bir yudumla başlarsın, sonra sen olursun bir yudum, dediğin melun...
yalnız yürür, yalnız ölür, biz gibi gelen, gidişini geldiği gün görür...
dilbazlarla, şen şakraklarla düşüp kalkan; gözü ama, dili lâl, gönlü fakir şeytanın yaveridir.....
acı içtik kadehten, dert biçilmiş ömrümüzden ...
eksik olmadı sırtımızdan urba, elimizden eğri bir asa....
geceleri yollandık, karanlıktan korkma, içinden öte nur yağar gece gönlüme....
serindir, bir adım ötesi görünmez sisten ...
feyz al yüreğinden daha sıcak-parlak, geceden....
zaman :)(:
bir testi değil mey dediğin, dem deme geçer ömür, bu yüklü yürekten...
kanmazdı dil konuşmaya, akşamdan sabaha, lal ettik....
bilmezdi gönül, pır pır uçmak nedir, kolunu kanadını kırdık da verdik....
bir lokma azığınan, üç gün gittik ...
gel de gör bizi, bizden öte de duran seni...
coşkun enginlerdeydin, kaf dağlarının prensi...
şimdi bu virane de; dizimin dibinde, virane olmuş ömrüne içerleme...
soluksuz kaldım, deme. nefes almayı öğrenmeden tükettin ya hep, gel de nüfus etsin ciğerlerine...
muştalarla ezdik biz nefsimizi, burnun büyükse eşikten girme...
deliyiz evet, deli misin? diye terane etme...
akıl ermez, aklın yetmez ...
sen kaybolmuşsun, kervan beklemez....
bir yudumla başlarsın, sonra sen olursun bir yudum, dediğin melun...
yalnız yürür, yalnız ölür, biz gibi gelen, gidişini geldiği gün görür...
dilbazlarla, şen şakraklarla düşüp kalkan; gözü ama, dili lâl, gönlü fakir şeytanın yaveridir.....
acı içtik kadehten, dert biçilmiş ömrümüzden ...
eksik olmadı sırtımızdan urba, elimizden eğri bir asa....
geceleri yollandık, karanlıktan korkma, içinden öte nur yağar gece gönlüme....
serindir, bir adım ötesi görünmez sisten ...
feyz al yüreğinden daha sıcak-parlak, geceden....
zaman :)(:
1 Eylül 2011 Perşembe
Belkide saçmalıyorum....
Hüznü kokluyorum gecede,loş bir ışıkta duman soluyorum. Hayat diyor, buna da alışıyorum. Gecenin dördü olmuş; bir nefes daha alıyorum sigaramdan, odama dolarken yaz ayının son serin yeli.
Aklıma düşüyor işte, hepte orada ya neyse. Geçmişin özlemi. Kısa kısa gülüyorum artık. Eskiden sabah yolda yürürken yüzüme, gözüme vuran, sokağı aydınlatan, gölgeleri doğuran güneş artık yetmiyor mu ne gülümsememe?
Bana, bana, hep bana, diyor şarkıda. Evet ya tamda öyle. Nice şairlerin dilinden tarif edilen hayat. Solgun bu günlerde, kalemden akan mürekkepten. İki elimin arasında yanan, alev alev değil kor bir hayat.
Bir nefes, bir nefes daha derken. Gecenin bu durulan, yaşamların sessiz, kolay, daha az acıyan saatinde. Daha bir canlı geçmiş. Kapımı tekme tokat çalıyor. Evde yokuz desek ne. Patavatsızca kapıyı-pencereyi kırıyor. Seviyorum, özlüyorum hala oradayım. Girse ya ne de güzel olur. Girmiyor. Kendimi kandırıyorum. İnsan cahilken, daha mutlu. Fazlaca olan her şey dibi; bilmek, öğrenmek birden-iki olmak insanı mutsuzluğa itiyor. Küçük ama mutlu olduğumu hatırlıyorum. Evde yanan sobanın; beyaz kireçle boyanmış tavanında yansıyan, tavanda raks eden alevlerin ışığının sevinç kaynağı olduğu günleri özlüyorum. Hep mi gidilir? Geride kalanlardan.
Bir nefes, bir nefes daha derken. Gecenin bu durulan, yaşamların sessiz, kolay, daha az acıyan saatinde. Daha bir canlı geçmiş. Kapımı tekme tokat çalıyor. Evde yokuz desek ne. Patavatsızca kapıyı-pencereyi kırıyor. Seviyorum, özlüyorum hala oradayım. Girse ya ne de güzel olur. Girmiyor. Kendimi kandırıyorum. İnsan cahilken, daha mutlu. Fazlaca olan her şey dibi; bilmek, öğrenmek birden-iki olmak insanı mutsuzluğa itiyor. Küçük ama mutlu olduğumu hatırlıyorum. Evde yanan sobanın; beyaz kireçle boyanmış tavanında yansıyan, tavanda raks eden alevlerin ışığının sevinç kaynağı olduğu günleri özlüyorum. Hep mi gidilir? Geride kalanlardan.
Sokaktan kan-ter içinde gelip; şişeyi kafana dikmektir, mutluluk.Biraz kızıyorlar bardak kullanmamana ama şişeden içmeyen var mı mutluluğu? Şimdi bardakmış, kadehmiş, kristal olsa da tadı yok be...
Artık hepsi yarım. Her cümle-kelimem de olduğu gibi. Hatırladığım anlar gibi. Yarım hayatların sahibiyiz.Yarım dünler, yarım bu gün yarın zaten yarım. gittiğinde-gittiklerinde. Tam porsiyon söylenen yemeğim de yarım.Öylesine açım ki oysa; yesem yesem doymam. İçsem içsem kanmam.
Rafları silinen büfe gibi, tozları öksürtüyor, geçmişin de.
Umut şimdi; dizlerimin titremesi gibi, bağlarının çözülmesi gibi.
Koşmak isteyip de, tekerlekli sandalye de mahkum olmak gibi.
Gelecek; eskiden beklediğim ekmek kuyrukları gibi. Parkın bir köşesinde. Tez gelse de iki kaysam, belki, belki sallanırımda.
Sallanmak demişken; anlatacak kelimeler el ele tutuşup da bir araya gelmiyorlar. Yaşanacak bir duygu. Hayat gibi. Heyecanlı, tutkulu, her an düşme korkusu.İçine dolan hava gibi. Biliyorsunuz ya işte...
Hayat böyle, yaşamaya korkuyoruz. Lakin bir kere başlayınca bir daha bırakamıyoruz.
zaman : )( :
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)